Bugünlerde keyfi yerinde, huzurlu, erinç içinde yaşayanlarınız var mı, tavşan kanı çayınızı soğukta hayatta kalma mücadelesi verenleri düşünmeden yudumlayabiliyor musunuz bilmiyorum. Ben hemen hemen her yıl şubat ayında yaşadığım ve yazdan kalma depolarımın boşalmasına yorduğum depresyonun dibine vurmuş durumdayım. Bunun için özel nedenlerim de var ama böyle saçma sapan bir gündemin ortasında yaşayıp da ağız dolusu gülebilenler, gerçekten mutlu hissedenler varsa şaşarım.
Son yıllarımız bu kadarı da olmaz artık dediğimiz her şeyin bir bir gerçekleştiğine tanık olmakla geçti, geçiyor. İşin kötüsü aydınlık günler de yok ufukta… Beterlerine hazırlanıyoruz, nasıl olacaksa…
Cem Say’ın kitabını içeriğinden çok, fıkradaki karınca gibi tarafım belli olsun diye almıştım. Dün, artık sığınacak bir yer, oyalanacak bir iş bulamadığım bir anda, umutlarım dibe vurmuşken isteksizce okumaya başladım. İsteksizce diyorum çünkü güncel siyaset okumayı sevmem ve bu kitabın da ne yazık ki bir yıldır güç savaşlarının göbeğine oturtulan Boğaziçi Üniversitesi’nin yaşadıklarına dair olduğunu düşünüyordum. Değilmiş.
Kitabın bir bölümünde bir ülkenin gurur kaynağı olması gereken bilim yuvasına yapılan saldırıları da anlatıyor yazar. Cehaletin güç talebiyle, kör inatla birleştiğinde neler yapabileceğine de değiniyor ama bunu evrenin milyonlarca yıllık geçmişini ve ne kadar süreceği belirsiz geleceğini kavrayabilecek gelişmişlikteki bakış açısıyla yaptığı için son derece sakin ve soğukkanlı… Karıncaların bir buğday tanesinin başında kopardığı yaygarayı izler gibi bakıyor üniversitenin asma kilit vurulan kapısına… Üç kuruşluk menfaat uğruna itibarını satan, mezuniyet töreninde öğrencilerin karşısına çıkamadığı için konuşmasını banttan yayınlayan emir kulu rektöre öfke ya da acımayla bile olsa harcanacak zerre enerjisi yok. O sadece bir bilim adamı görüşüyle anlatıyor olan biteni ve hayatının merkezini oluşturan bilim dünyasına geri dönüyor.
Kitabın ilk bölümleri bilimin gelişimine dair. Dünya ölçeğinde bilimin nasıl inşa edildiğini çok eğlenceli bir dille anlatıyor Cem Say. Fen bilimlerine ilgi duymayanların bile zevk alacağı, ironik bir tarzı var. Birbirinden ilginç buluşların hangi aşamalardan geçerek ortaya çıktığını yazdığı bölümlerden sonra Osmanlı’da bilime bakış açısını anlatıp altıncı bölümde Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşananlara geçiyor.
Son bölümü asıl ilgi alanı olan ve geleceği şekillendireceğini düşündüğü yapay zeka çalışmalarına ayırmış. Benim gibi soyut kavramlarla arası iyi olmayan birinin bile anlayabileceği kadar sade ifadeler kullanıyor. Matematik dünyasının ünlü isimlerinin ve çözülmemiş problemlerinin anlatıldığı parçalar yabancı gelebilir, ilginizi çekmeyebilir ama bu kitabı okumanızı hararetle önerebilirim.
Özellikle bu topraklardan umudunuzu kesmiş, balçık dolu bir çukurda çırpınmakta olduğunuzu hissettiğiniz berbat bir ruh halindeyseniz mutlaka okuyun. Okuyun ki arkasının sağlam olduğunu düşünerek sesi yüksek çıkan cehaletin yanı sıra yaşamını bilime adamış insanlarımızın varlığını, devlet denetimli kurumlarda Kuran okuyarak fasulyeleri daha hızlı büyütme projeleri ödüllendirilse de okullarında, laboratuvarlarında sessiz sedasız çalışmalarını sürdüren bilim insanlarımızın iyimserliğini hissedip umutlarınızı tazeleyin.
Leave a Reply